20 Mayıs 2010 Perşembe

sweet blog


sonunda bloğumu eş dosttan başka birilerinin okuduğuna dair bir kanıt geldi çok mutluyum. sevgili anekzura beni tatlı blog ödülüne layık görmüş... kendisini burdan sanal öpücüklere boğuyorum.

kural gereği benim de birilerine göndermem gerekiyormuş, ama şu sıralar severek takip ettiğim o kadar çok blog var ki. en azından yolu buraya düşenlerin göz atmasını isteyeceğim bloglardan 5 taneyi seçip gönderiym diyorum, işte listem:

1) sinemis candemir
2) meraklıyım
2) pipidisko
4) mutlu eller
5) fosi'nin hayalleri

şimdi bu listeden dileyenler de istediklerine gönderebilirlermiş... bu listede olmasalar da izleyicisi olduğum her bloğu severek ve ilgiyle okuyorum, burdan bildiriym!! ellerinize sağlık!!!

the bitch knows everything

90lı yılların sonlarında bendeniz wisconsin, a.b.d.'de öğrenciyken, her türlü soruya cevap olabilecek iki şey vardı: duct tape ve martha stewart.

martha, o zamanlar daha hapislere düşmemiş, kariyerinin doruk noktasında günlerdeydi. bizse insanların attıkları kıyafetlerini çöplerden toplayıp, todd'un süper keyifli martha gecelerini süslerdik... aradan 5 yıl geçip de todd'u ziyaret ettiğimde gururla martha'nın tüyolarıyla süslediği evini ve tarkan cd koleksiyonunu göstermişti. eşcinsel olduğunu sonunda açık etmiş (buralarda cinsel tercihinizi yaşamak zor oralarda kolay diyorsanız, bilginize amerikanın küçük kasabaları da pek bizlerden geri kalmıyor maalesef), türkiye'deki ekonomik kriz ve hortumlanan bankalar hakkında benden fazla bilgisiyle beni hayrete düşüren erken arkadaşı ve evlerinin alt katında kurduğu köpek kuaförlüğü işiyle mutlu mesuttu.
neyse geçen gün martha'nın websitesine rastladığımda, aklıma bu eski günler geldi. geleneksel macar ters aplike tekniğini keşfettim bu sayede, ve hemen denemem gerektiğine karar verdim. sizler de denemek isterseniz, linki burda. oldukça kolay aslında, kumaşın tersine deseni çiziyorsunuz, sonra keçeyi öbür tarafa iğneleyip, çizgiler üstünden dikiş makinesiyle geçiyorsunuz. sonra da düzüne çevirip, fazlalıkları makasla kesiyorsunuz.

ofisimizde tekrar tekrar alevlenen 5s günlerinden birinde (bilmeyenler için bkz. es es es es es ki yazım) atılan posta çuvallarından birini alıp, evde hem önümüz yaz kim bilir belki sahile giderim diye plaj çantası yaptım, hem de aplikesi kolay bir motif ve konuyla alakalı olduğundan keçeden geri dönüşüm işareti aplike ettim. yalnız bu aşamada dikkatli olmakta fayda var. benim gibi dikkatsiz olursanız, resimdeki gibi okları tersine giden geri gönüşüm işaretiniz oluyor. deseni çizerken ters çizmkte yarar var yani, öbr tarafın doğru yüz olacağını hesaba katarak.

son olarak duvar süslememden artan kurdalelerden biriyle de içinin kenarlarını geçtim... ortaya çıkan çantayı da ben şahsen pek beğendim... umarım sizlerin de hoşuna gider.


12 Mayıs 2010 Çarşamba

craft + activism = craftivism *


sizler de eğer 80lerin başında doğmaya isabet etmiş ve ilk gençlik yıllarınızdan itibaren tığdı, şişti, iğneydi, iplikti uğraşanlardansanız, çevrenizden mutlaka 'ahaha bu ne ananem gibi, abi biraz genç ol, cool takıl' lafı işitmişsinizdir.

ahanda o lafları edenlere kapak olsun, craft denen nesne trendy oldu, bizim gibi zamanın erken emeklilerine de gün yüzü doğdu.

benim şahsen bunu farketmem 2000li yılların başlarına denk gelir. ne zamanki almanya'da fakir bir öğrenciyken, kebapçıda garsonluk yapıp, harcamalar minimumda takılırken, ilk yılbaşı çattı, o zaman farkettim. dedim ki arkadaş bol, zaman bol, örgü örmek ekonometriye boş boş bakmaktan daha zevkli, yılbaşı öncesi bir ay ördüm durdum. yeni zelandalı pipisinde piercing olan ultra cool arkadaşıma tarhana çorbası eşliğinde yaptığımız yılbaşı kutlamasında hediye atkısını verdiğimde, çocuk gözler yaşlı 'hiç bu kadar özel bir hediye almamıştım' diye boynuma atladı, bir daha da kış boyu o atkı boynundan çıkmadı.

yıllar zarfında gerek amerika gerek avrupa her yerlerde pıtırcık gibi açılan kendin-dik-yap-sat dükkanları ilgiyle izledim.

neyse yıllar geçti, bende boş zaman azalması yaşanmadı, ben de dedim bakalım elalem bu olaya neler diyor. araştırdım, yazıyorum...

lindsay gibb 'state of craft economy' adlı yazısında bu yükselişi üç nedene bağlamış.

  1. ekonomik darboğaz

  2. ekolojik duyarlılık

  3. küreselleşen dünya'da yerelin önem kazanması
insanların el işi şeyleri almalarının veya kendileri yapmalarının sistemle sorunu olan insanlarda suçluluk duygusunu azalttığını belirtmiş. bir de tabi birşeyler üretmenin hayatı yavaşlatan meditatif yönü ve kazandırdığı iç huzuru da var.

evet aramızda birbirinin aynı seri üretimleri tüketmekten sıkılan insanlar var, ne yazık ki gelişmiş ülkelerde bizdekinden daha da fazla var. buna tepkilerini dikip biçerek, istediğini alarak değil kendileri yaparak edinmeyi tercih eden insanlar da var. ortak görüş yeni craft, d.i.y akımlarının punk etiğine yakın olduğu. juxtapoz dergisinin, faythe levine'ın ünlü handmade nation'ı için dediği gibi 'mesaj tüketim karşıtı, çevreci ve feminist. çıkan iş sadece güzel değil, hip, politik ve biraz da punk rock!'

bazıları kapitalist ekonomi çıkmazı devam ettikçe bu hareket de devam edecek diyor, kimi bu da her trend gibi 5-10 yıla kalmaz silinir diyor. ama şimdilik daha ne isterim ki!! örgü örmeye punk tavrı dedikleri günlerdeyiz, bunları da gördük şükürler olsun:)

* betsy greer'in terminolojisiyle craft ve aktivizmin günümüzdeki kol kola durumu. sinir oluyormuş başkası bu terimi kullandıkça ama 'insanların televizyonunu kapatıp birşeyler üretmeye başladığı günleri hayal ediyorum bazen' demiş. işte o benim... kızma ablacım, seni de severim...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

herkes gider mersine

bendeniz gitti tersine... haftaiçi bütün akşamlar çıkıp, cuma akşamı büyük bir zevkle evde oturdum... ve işte bloğum da özüne döndü... bkz. sonunda yaptığım yaka iğneleri!!!



köpek çünkü bir yıl oldu ve hala ipşiri köpek gibi özlüyorum. alien çünkü bütün zamanların en sevdiğim filmlerinden, yarabbim 'alien resurection'da ripley'in kendi bebeğini öldürdüğü sahnede ağlamaktan gözlerim çıkmıştı yuvasından... sene 1997-98 o zamanlar, 2010 oldu, hala çok korkarım gün gelir benim içime de alien ekerler diye:)) elma çünkü yemesi zevkli, yapması kolay...

işte böyle... hava çok güzel ey dostlar!! hemen çıkıp spora ordan da babamların yarışı izlemeye hisara gitmem lazım!! sevgiler...

7 Mayıs 2010 Cuma

bu blog bi şaşırdı

zar oynamayı bıraktım yoruyor her gün birşey yapmak diye, peki sonuç ne oldu? pazartesi annemin ziyaretiyle şenlenen güzel bir cihangir akşamı. güya hemen birşeyler yiyip eve dönecektik ama hava o kadar güzeldi ki hadi bir de yürüyelim, e bir de kahve içelim derken saat 2'de yastığa değdi başım.

salı ceren aradı, iş çıkışı tom ford 'a single man' diye. festivalde kaçırmıştım, severek dedim... görsel olarak mükemmel, diyaloglar olarak yok artık bu kadar mı peynirimsi (bkz. cheesy) olurdu. yine de ruhunuzu daraltmak için çok uygun bir seçim bence... hatta oh film erken saatte çıkışta eve gider biraz diker biçerim derken film biter bitmez gözyaşları içinde 'hadi içelim anam'a döndük. sonuç: baş, yastık, geç.

çarşamba malum hıdırellez için ahırkapı. yapılabilecek bütün ritueller yapıldı, bol bol göbek atıldı, gece sonuna doğru bütün grup müjdat gezen'in darbukatör bayram'ıyla levent kırca'nın sarhoşu karmasıydı. sonuç: baş, yastık, çok geç.

bu durumda perşembe artık iş bitsin de gidip yatıym diye dakikaları sayarken ofiste, yeni misafirimiz malezyalı şefimiz anbarasu aradı. türk yemekleri üzerine yazı dizisi hazırlamak için ülkemize gönderilmiş şefimizi bir gece önce hıdırellez'de dondurduğum için hafif suçluluk hafif de merakla tuttum galata'da world house hostel'in yolunu. hostel'den güney bütün gün anbarasu ile gezip gerekli malzemeleri toparlamış, şefimiz de saatlerce mutfakta uğraşmış, arada da yolda tanıştıklarını yemeğe davet etmiş.

sonuç: 40 yıl uğraşılsa toplanamayacak bir topluluğa birbirinden leziz yemekler!!! masa etrafı brooklyn'li heykeltraş, arkansas'lı caz müzisyeni, berlin'li bir rap'çi, bir filmci ve ben, ali, kerem, guney. bu kadar güzel yiyip, bu kadar hoş sohpetle yıllar vardır eğlenmemişimdir.

sizler de eksik kalmayın diye, bilhassa elimde kalem defter, şeften çaldığım tarifi paylaşıyorum aşağıda...



piah's prawn sambal

8 jumbo karides
pişirme yağı (ayçiçek diye tahmin etmekteyim)
1 çay kaşığı karides ezmesi (unutun derim)
1 kaşık kahverengi şeker
6 kurutulmuş kırmızı biber
2 taze soğan
3 baş sarımsak
2,5 cm. zencefil kökü*
2,5 cm havlıcan*
1 tutam limon otu*

*havlıcan, zencefil, limon otu nerden bulucam demeyin, her aktarda var, üşenmeyin:))

     kurutulmuş kırmızı biberleri kaynamış suya atın, süzün, harmanlayıp kenara bırakın
     karidesleri yıkayın temizleyin ama kafa ve kuyruğa dikkat edin, onlarsız karidesler yuvarlanıp şeklini kaybediyor(muş)
     tavaya yarım cup pişirme yağını koyun, ısınınca harmanlanmış soğan, sarımsak, zencefil ve limon otunu ekleyin.
     birkaç dakika bu karışımı karıştırdıktan sonra nerden bulacağımızı bilemediğim karides ezmesini ekleyin (veya bu aşamayı boşverin:))
     şimdi altını kısıp kırmızı biberleri ekleyin... (şuan mutfak mükemmel kokuyor olmalı, kokmuyorsa çeviri hatası olmuş olabilir:))
     kırmızı biber de karışınca ocağın altını tekrar açıp kahverengi şekeri ekleyin.
     karides ve tamarind suyu ekleyin. (tamarind demirhindi meyvasıymış veya hint hurması türkçesi bence portakal suyu da idare eder taze sıkılmış şöyle yarım bardak:))
     karidesler pişince, sizin de işiniz bitmiş demektir.

hadi  selamat menjamu selera!